Tarikat?
T A R Î K A T – I A L İ Y Y E
“Et-tarîkatü ve’l-hakîkatı hâdimân-ı şeriah” Tarîkat ve hakîkat şeriatın
hâdimidir.
Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:
يرًا _ ۪ينَ اٰمَنُوا اذْآُرُوا اللّٰهَ ذِآْرًا آَث _ يَا اَيُّهَا الَّذ
“Ey inananlar! Allah’ı çok zikredin.” 11
Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:
يفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ _ ۪ى نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخ _ وَاذْآُرْ رَبَّكَ ف
ينَ _ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِل۪
“Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah
akşam Rabbini zikret. Gafillerden olma.”12
Peygamber Efendimiz hazretleri: “Cenâb-ı Hakk kalbime ne
vahyetmişse onu olduğu gibi Ebu Bekir Sıddîkın sadrına ilkâ eyledim.”
13 buyurmuşlardır.
Cenâb-ı Hakk bu emr-i ilâhîyi Hz. Cibril vasıtasıyla Efendimiz
Hz. Muhammed sallallâhu aleyhi vesellem’e tebliğ edince lisânen olsun,
kalben olsun zikr-i şerifin icrasına hemen başlamışlardır. Aynı
zamanda zikr-i kalbîyi sıdık-ı azam hazretlerine de emir ve telkin
buyurmuşlar; bil cümle ashab-ı kirâma da tebliğ etmek için onu vekil
tayin etmişlerdir.
Bayezid-i Bistâmî’nin zamanına gelinceye kadar bu yüce tarîkata
Sıddîkıye tarîkatı denirdi. Şah-ı Nakşibendî efendimize gelince
Nakşibendiye tarîkatı denilmiştir.
11 Ahzab Sûresi, Âyet 41
12 A’râf Sûresi, Âyet 205
13 İmâm‐ı Rabbânî Mektûbât
Kezâlik peygamber-i zîşân efendimiz lisanen olan zikr-i cehrîyi
de Hz. Ali efendimize tâlim ettirmiş ve diğer ashâb-ı güzîne de tebliğ
hususunda onu vekil buyurmuşlardır. Bu itibarla zikir ikiye ayrılmış
olup, birincisi Ebu Bekir Sıddık’a, ikincisi de Hz. Ali’ye nisbet edilmiştir.
Bu her iki yüce silsile İmâm-ı Caferi Sâdık, Hasan-ı Basrî,
Mâruf-ı Kerhî, Abdulkadir Geylânî (k.s.) gibi muhterem efendilerimizden
teselsülen ve tevâtüren zamanımıza kadar gelmiştir.
Sünneti seniyye-yi Muhammediye’ye ittibâ hususunda diğer
Ashâb-ı kirâm dahi Hz. Ebu Bekir Sıddîk ve Hz. Ali efendimizden
Ahz-ı telâkkî ettikleri hafî ve cehrî zikirleri alelumum icra buyurmuşlardır.
Müride zikr-i hafî telkin edilirken nisbet-i bâtınıyye hakkında şu
söylenmelidir. Lafza-i Celâlin hafî zikri, nefyü isbat ve murâkabeden
kalbde zuhur edecek huzur müsâvidir. Bunlar ise hiçbir sahabeye nasip
olmayıp ancak Hz. Sıdık-ı âzam’a mahsus kılınmış bir ikram-ı
ilâhidir. Sıdık-i âzam bunu Rasûlullah’dan teveccüh tarikıyle
bâtınen ahz eylemiştir.
Muhabbet, zikr-i kalbî ve murakabe sahabe-i kirâm hazerâtının
delilidir. Müridin kalbine ilka-yı zikir, huzur ve cezbe ise sâdât-ı
Nakşibendiyyenin delilidir.
Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:
يبُوا اِلٰى رَبِّكُمْ وَاَسْلِمُوا لَهُ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَاْتِيَكُمُ _ وَاَن
الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ
“Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O’na teslim olun,
sonra size yardım edilmez.”14
14 Zümer Sûresi, Âyet 54
Bilesin ki bu âyette zikredilen inâbe rücû demektir. Hakk
Teâlânın kavli şerîfiyle sabit ve vaciptir.
1- İnâbe küfürden imana dönmek
2- İsyan ve nisyandan istiğfâra dönmek
3- Masiyet ve günahlardan temizlenip Hakk’a dönmek
4- Gafletten Allahu Teâlâ’nın zikrine dönmek
5- İnâbe müracaat manasınadır. Meşayihden inâbe almak yahut
meşayiha intisab etmektir.
Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:
ى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ _ قُلْ اِنْ آُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون
۪يمٌ _ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah’da sizi sevsin ve
günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” 15
Peygamber efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem buyurdular:
“Sizler imanlarınızı tazeleyiniz.” Ashab-ı kirâm dediler ki: “İmanımızı
nasıl tazeleriz ey Allah-ın Rasûlü? Buyurdu ki: “Lâ ilâhe illallah”
ı çok söyleyiniz.” 16
Yine Peygamber efendimiz kelime-i tevhid imanın esasını teşkil
ettiği için “zikirlerin ekmeli” ve Cenâb-ı Hakk’ı hamdetme, Allah’ın
nimetlerini çoğaltmaya vesile olduğu için “Duaların efdâlidir”17 buyurmuştur.
15 Âl-i İmrân Sûresi, Âyet 31
16 Et-terğib vet-terhib
17 Hadis İbni Mâce
Şunu da arz ve beyan edelim ki: Tarîkatlardan bir tarîkat-ı
aliyyeye intisab edenler hakkında yanlış bir yola sapmışlar diye per-
vasızca dil uzatıp sû-i zanda bulunmak ne büyük bir cüret ve ne büyük
bir cehalettir.
Çünkü bunlar “Allah Allah” diye yâ nâm-ı akdes-i ilâhîyi yahut
“Lâ ilâhe illallah” diyerek kalben ve ceseden kelime-i Tayyibe-i tevhidi
söylüyorlar. Tevbe ve istiğfar ediyorlar. Allah’ın zikri ile vakitlerini
geçiriyorlar. Beş vakit namazlarını kemâl-i edeple huzur ve huşû
içerisinde cemaatle edâ ediyorlar. Böyle hayırlı amellerde hayırlı işlerde,
razı olunan vazifelerde bulunmak şer’an, aklen, örfen ve
hikmeten kabahat midir? Bu hallerin hangisi hilâf-ı şer’i şerîftir.
Bunların hangisi yanlıştır? Öyleyse turûk-ı evliyaullahı inkâra teşebbüs
etmek neûzubillâhi Teâlâ sû-i hâtimeyi mûcip olur. Siz vazife-i
ubûdiyetinize ve taatinize müdavim iken “Lâimin levminden
(kınayanın kınamasından) korkmayın”
Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:
وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَائِمٍ
“…onlar hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar…” 18 âyet-i celîlesi
mûcibince asla fütur getirmeyerek yolunuza devam ediniz.
Peygamber efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Her şey için bir anahtar vardır. Cennetin anahtarı ise fukara ve
mesâkîni sevmektir.”19
Hubb-ı dervişân kilid-i cennet-est
Düşman-ı îşân sezâ-i lânet-est
Yani dervişlere meyil ve muhabbet cennetin anahtarıdır. Onlara
düşmanlık ise lânete müstehaktır.
18 Mâide Sûresi, Âyet 54
19 Hadis Deylemi müsnet
Avf İbnu Mâlik radiyallahu anh anlatıyor: “Rasûlullah sallallâhu
aleyhi vesellem buyurdular ki: “Yahudiler yetmiş bir fırkaya bölündüler,
onlardan sadece bir fırka cennetliktir, yetmiş fırka cehennemliktir.
Hıristiyanlar ise yetmiş iki fırkaya bölündüler. Bunlardan da
yetmiş bir fırka cehennemliktir, sadece biri cennetliktir. Muhammed-
in nefsi elinde olan Zât-ı Zülcelâl-e yemin olsun! Benim ümmetim
yetmiş üç fırkaya bölünecek, bunlardan biri cennetlik, yetmiş ikisi cehennemliktir.”
“Ey Allahʹın Rasûlü! Cennetlikler kimlerdir?” diye sorulmuştu.
“Onlar, benim ve ashabımın yolunda olanlardır; oda
Sevâd-ı a’zamdır”20 buyurdular.
Bu hadîs-i şerifte belirtilen fırka-i nâciye cenâb-ı risâletpenah
efendimiz hazretleriyle ashâb-ı kirâmın yolunda sülûk eden şah-ı
râh-ı şeriat ve sünnete tâbi olan ümmetlerdir.
Şeyh Tacüddin El Nakşibendî Hazretleri Nâciye-i Kübrâ adlı eserinde
buyurmuşlardır ki: “ Ey ihvân-ı dîn iyi biliniz ki şeyhin hukuku
edebe riâyet etmekle kolaylaşır. Tarikat şeyhlerine muhabbet etmek
onların manevî kemâlatının büyüklüğüne delâlet eder. İlm-i ledünne
mazhar olmuş o şeyh-i kâmile tâzim ve hürmet göstermek müridin
edep ve teslimiyetindendir. Çünkü insan-ı kâmil mir’ât-ı Hakk’tır.
Peygamber-i Zîşân sallallâhu aleyhi vesellem efendimiz buyurmuşlardır
ki: “Mümin-i kâmilin firâsetinden hazer ediniz (sakınınız),
zira kalbindeki nûr-ı ilâhî ile esrarınızı keşfeder.”21
Her kim kâmil velinin ruhaniyetine basiret gözüyle bakarsa onda
Cenâb-ı Hakk’ın tecellisini görür, sıfatının zuhûrunu idrak eder. Râbıta
sebebiyle şeyh‐i kâmilden sâlikler feyz alır. Velinin velâyetinde
kesbî ilim şart değildir; veli ümmî de olabilir. Sâlikler râbıta ve muhabbetle,
şeyhin teveccühüyle maksûdlarına vâsıl olurlar.
20 Hadis Buhârî, Müslim
21 Hadis Tirmizî
Babalık nisbeti ikidir. Biri ceset babası diğeri ise ruh babasıdır.
Şeyh için babalık nisbeti vardır. Ceset babası evladını âlem-i
illiyyînden dâr-ı dünyaya gelmesine sebeptir. Ama ruh babası ise,
evlad-ı manevîsini dâr-ı dünyadan âlemi ulvîye yükselmesine vesiledir.
Evliyaullah hazerâtı nazarında manevî babalık nisbeti zâhirî babalıktan
daha üstün ve evlâdır.
Peygamber efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem hazretleri buyurdular
ki: “Allah katında insanların mükerrem ve muhteremi
takvâ ve tâatı çok olan kimsedir.”22
Cenâb-ı Hakk bu hususta :
يَا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاآُمْ مِنْ ذَآَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاآُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ
۪يرٌ _ ۪يمٌ خَب _ لِتَعَارَفُوا اِنَّ اَآْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْ اِنَّ اللّٰهَ عَل
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle
tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah
yanında en değerli olanınız, Ondan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah
bilendir, her şeyden haberdardır.”23
Yine Cenâb-ı Hakk:
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ
وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin
ve Allahʹtan korkun ki felaha eresiniz.”24
22 Hadis Buhârî
23 Hucurat Sûresi, Âyet 13
24 Hucurat Sûresi, Âyet 10
İslâm’da karâbet (akrabalık) üç şekilde tahakkuk eder.
1- Din karâbeti
2- Kan karâbeti
3- Sıhriyyet karâbeti
Kan karabeti baba tarafına taalluk eder. Sıhriyyet karabeti ise, aile
tarafına taalluk eder. Eğer iki tarafta dinen bağlılık yoksa bunların
her ikisi de izâfîdir, kabire kadardır, kabirden öteye gidemez. Amma
din karabetine gelince; iman kardeşliğidir; ulvîdir, kutsîdir, melekîdir,
imânî ve İslâmîdir. Hayatta, mematta, haşirde ve neşirde daimîdir.
Din karabeti yani dinen akrabalık diğer iki akrabalığın fevkindedir.
Kan karabeti ve sıhriyyet karabetiyle yakın olan kişiler birbirlerine
din karabetiyle de bağlıysa nûrun alâ nurdur.
Cenâb‐ı Hakk sâdıklarla beraber olmayı şu emr-i ilâhîsiyle ferman
buyurur:
ينَ _ ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَآُونُوا مَعَ الصَّادِق _ يَا اَيُّهَا الَّذ
“Ey iman edenler ! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.”25
Peygamber-i Zîşân sallallâhu aleyhi vesellem efendimiz ise: “Allah
için salihleri sevmek ve Allah için fasıklara buğz etmek farzdır.”26
buyurur.
Kur’an-ı Kerîm; sâdık bir dosttan mahrum kalmanın hüzün ve
hüsranını da şu âyet-i kerîmede ne kadar açık olarak beyan buyurur:
۪يمٍ _ ۪يقٍ حَم _ ۪ينَ ⎯وَلَا صَد _ فَمَا لَنَا مِنْ شَافِع
“Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz var. Ne de yakın bir dostumuz” 27
Allah için sâdık bir dost kazanmak hem dünya, hem de ahiret için
mühim ve elzemdir. Tefsirlerin beyanına göre kıyamet gününde
hasenesi ve seyyiesi eşit (müsâvî) olan bir mümin huzûr‐ı ilâhîye celb
edilir. Allah (c.c): “Kulum bir hasene getir de seni cennetime koyayım,”
buyurur. Kul da kederli bir halde anasına, babasına, kardeşlerine
gider ve halini arzeder. Her kime gittiyse; “bugün feze’ul-ekber
günüdür, benim de bir haseneye ihtiyacım var, ne olacağım belli değil”
der ve vermezler.
Bir haseneye ihtiyacı olan kul kederli bir halde huzûr-ı ilâhîye
celbedilir. Allah (c.c) bildiği halde sorar: “Ne oldu kulum, bir hasene
vermediler mi ?” Kul da “vermediler yâ Rabbena” der. O zaman; “Ey
kulum benim için dünyada sâdık bir dost kazanmadın mı, ona git”
buyurur. Kul da “senin için sâdık bir dostum vardı ya Rabbenâ” der.
Bir haseneye ihtiyacı olan kul gider, dünyada iken Allah için dost olduğu
kardeşini mahşerde bulur ve hâlini arzeder. O da, “ey kardeşim
bugün benim de ne olacağım belli değil, madem ki sen bir
haseneyle kurtulacaksın verdim, tek sen kurtul” der.
Haseneyi aldıktan sonra Allah (c.c) kulunu tekrar huzûr-ı
ilâhîyesine celb eder. Bildiği halde sorar, “Ne oldu ey kulum ?” o da
mesrur bir halde, “ya Rabbenâ ! Kardeşim bana merhamet etti de bir
hasene verdi” der. Cenâb-ı Hakk Celle ve Âlâ hazretleri “Bugün
feze’ul‐ekber günüdür, kul olduğu halde o sana merhamet edip acıyor,
ben erhamerrâhimîn olan Allahu azîmuşşanım, seni de onu da
affettim, girin cennetime” buyurur.
Musannif Rahimehullah buyurdu ki: “Din karabeti muhabbet-i
ilâhiyye ehli indinde nübüvvet‐i zahiriyyenin kurbiyetinden daha faziletlidir.
Zira ehli muhabbetin nisbeti olan Hz. Peygamber, Bilâl-i
Habeşî, Selmân-ı Fârisî, Suheyl bin Rumî’yi (r.ah) hazerâtını ehl-i
beytten addetti. Fakat Rasulullah’ın amcası Ebû Talib ehl-i beyt şerefinden
mahrum kaldı. Kan karâbeti onu Rasûlullaha yakın kılmamıştır.
Çünkü ilâhî irade imâna taalluk eden muhabbeti esas kabul
etmiştir. Sahabe-i kirâm hazerâtı çok şerefli üstün vasıflı hamiyyet
perver fazilet ehli insan-ı kâmil idiler. Onlar bu hallerini kuvve-i
hasene olan Allah’ın Rasûlünden almışlardı.”
25 Tevbe Sûresi, Âyet 119
26 Buhari İman
27 Şuarâ Sûresi, Âyet 100‐101
MUHAMMED HİKMET TUZKAYA
MARİFET-İ LAHİYYE
TARİKKAT-I ALİYYE